Turgut Ailesi Fotoğraf Geçmişi 1/6

Bu benim hikayem; benim, ailemin ve geçmişimin hikayesi.
Adını gururla taşıdığım, Türkiye’nin ilk fotoğrafçılarından olan dedem Mehmet Turgut’un hikayesi…
Kurtuluş Savaşı yıllarında geçimini sürdürebilmek için eline fotoğraf makinasını alıp kendi kimliğini kazanan babaannem Emine Hanım’ın hikayesi…

Başlayalım…

BÖLÜM 1:

Bu öykünün kahramanlarından biri, zorun zorunu yaşarken kendi içindeki renklerin ve çeşitliliğin farkında olup, sahip olduğu renkleriyle Anadolu’nun Rus Savaşı’nı yaşadığı, mücadelelerin en zorlularının verildiği dönemlerde fotoğrafçılık yaparak ailesinin tüm fertlerine bu mesleği öğreten Mehmet Turgut.

Diğeri de masal gibi dinlediğimiz, okuduğumuz, savaşta kağnılarla silah taşımakla kalmayıp, savaş içinde savaş veren cefakar kadınlarımızdan bir tanesi. Hamilelikleri sırasında bile fotoğraf çekerek, yorganlarını karanlık oda yapıp kullanan Mehmet Turgut’un eşi Emine Turgut.

Mehmet Turgut’un 1908 Erzurum, Çat kazası Karer Köyü’nde doğumuyla başlayan öyküsünü yazmak için, beş çocuğundan biri olan, “Büyük Fotoğrafçılık” Fotoğrafhanesi’nin sahibi Ahmet Turgut’la 2000 yılında telefonlaştık. Kendisini 17 Ocak 2001’De Ankara’da dinledim.

Mehmet Turgut’un babası, Kurtuluş Savaşı sırasında öldürülen ailenin altı erkeğinden hayatta kalan köyün ağası Mahmut Turgut, Ruslar Erzurum’a gelince ailesiyle Elazığ’a göç eder. Mahmut Bey kısa bir süre sonra hastalanarak ölür.

Oğlu Mehmet Turgut yedi yaşında geçim derdine düşer.

Elazığ’da kuyumcularla tanışır ve köylere şeker, üzüm, leblebi götürüp, köylülerden topladığı altın, gümüş gibi takı parçalarını da kuyumculara satarak evvelden çok geçerli bir meslek olan “çerçilik” yapmaya başlar. 5. sınıfta, derslerinde çok başarılı olduğundan, okulun hali vakti yerinde ailelerinin çocuklarına ders vererek hayatını kazanmaya başlar.

Fransızca öğrenmek isteyince, ilkokuldayken tanıştığı papazdan ders alarak Fransızca konuşmayı ve yazmayı öğrenir. Resme olan kabiliyeti ve merakı resim öğretmeni tarafından fark edilince de resim yapmaya başlar. İlkokulu bitirince öğrendiği ciltçilik sayesinde, okulda cilt yaparak 3-5 kuruş da oradan kazanır. Resim öğretmeni, İstanbul’dan aldığı alaminüt makinesini çok başarılı olan öğrencisi Mehmet’e o zaman bir öğretmen maaşı olan 50 liraya, taksitle ödemek üzere fotoğraf çekmesini de öğreterek satar. İlk çektiği fotoğraftan 2,5 lira kazanınca, orta üçe kadar okuduğu okulu bırakıp fotoğrafçılığa başlar.

18 yaşında Emine Hanım’la evlenir.

Diyarbakır’daki fotoğrafçılardan daha ucuz fotoğraf çektiği duyulan Mehmet Bey, Diyarbakır’ın Maden kazasından memurların fotoğraflarının çekilmesi için çağırılır. 1927’de yeni alfabeyi öğrenmeyen memurların işine son verildiği sırada, öğrendiği Fransızca’dan dolayı Latin harflerini bilen Mehmet Bey, memurlara “ben size yeni alfabeyi öğretirim” der. Bu nedenle, kendisine yapılan “P.T.T. Müdürlüğü’ne müracaat et, hem fotoğraf çek hem de maaş al” önerisi üzerine, yeni alfabeyle dilekçe yazıp Baş Müdürlükte memuriyete başlamak için evini Elazığ’dan Diyarbakır’a taşır.

Memurluk yaptığı sürece hep kendi fotoğrafçı dükkanını açmayı düşündüğünden rötuş yapılmış fotoğraflara bakarak rötuş öğrenir.

Dokuz sene sonra Van’ın Erciş kazasına tayin olur. Şartları çok zorlu bir yolculuktan sonra, Erciş’te üç sene memurluk, fotoğrafçılık ve aynı zamanda da alçıdan heykelcikler, kumbaralar yapmaya başlar.

Kanunen o yıllarda herkesin evlerine bayrak asma mecburiyeti getirildiğinden, Mehmet Bey bu sefer de kırmızı ve beyaz elişi kağıdından kanuni ölçülerine göre yaptığı bayrakları satmaya başlar.

Kaynak: Fotoğraf Dergisi, “Zeynep Orhon Targaç Söyleşisi” (Ağustos – Eylül 2002)

Bir cevap yazın